Almanya-Türkce: 4-6 Haziran 2010 tarihli Kervan festivaline genel çağrı Avrupa hisarının kurbanları anısına
The VOICE Refugee Forum Network: Sömürgecilik Haksızlığı ve Barbarlığın Almanya’da Sürdürülmesi Üzerine Beraberce sömürgecilik haksızlığına karşı
Almanya’da mülteci ve göçmen olarak yaşayan insanların durumu
İlkbahar Avrupa’ya geri dönüyor ve onunla beraber Akdeniz de sakinleşiyor. Deniz sakinleşince birçok çaresiz insan yaşama hakkı ve insanlık haysiyeti arayışında zalim Avrupa hisarına girmeye çalışacaklar. Bu insanlardan, bir isimleri, bir hayat hikâyeleri, aileleri ve hatıraları olan binlercesi ebediyen Akdeniz’in derinliklerine gömülecekler, tıpkı son birkaç hafta içinde Libya kıyıları önünde boğulan 300’den fazla insan gibi – hayatları, giderek uzayan sömürge haksızlığının kurbanları listesine eklenen insanlar.
Aramızdan Almanya’ya gelmeyi başaranlar, insanlık haysiyeti, saygı ve daha iyi bir hayat bulma hayallerimizin bizim için ne anlam taşımış olduğunu çok iyi bilirler. Avrupa makamlarının Akdeniz’in dibinde çürümesini tercih ettiği binlerce insan gibi, Almanya’da veya Avrupa’da daha iyi bir hayat sürdürme hayalleri de neredeyse buraya varır varmaz ölüyor. Hayallerimiz, geldiğimiz yer ve ten rengimiz yüzünden karşılaştığımız ırkçı kibir ve insanlık dışı muamele ile öldürülüyor.
Biz buraya geldik ve arkadaşlarımızı ve sevdiklerimizi geride bırakmak zorunda kalmamız yüzünden yaşadığımız travma ve savaş ve yoksulluk dehşetinden kurtulmayı başardığımız için anlayışla karşılanacağımıza parmak izlerimiz alınıyor. Sorguya alınıyoruz ve özellikle yapılan kötü muameleyi çekmek zorunda kalıyoruz. Bu muamelelerin arasında bize gülme, bağırma, bizi aşağılama, küçümseme ve kullanma var. Bizi kendi sıkıntılarının ve kendi hasta, insanlık dışı politikalarının sonuçlarının günah keçisi yapıyorlar. Toplumda kötü giden her şey için, suç oranı olsun, işsizlik veya sosyal paralar olsun, cezalandırılan şamar oğlanı olduk.
Bizden daha iyi olduklarını sanıyorlar. Haksızca ve çirkin bir şekilde bizi alt-insanlar yaptılar, öylesi zengin kültürlerden gelen bizi. Kaynaklarımız ve zenginliklerimiz vahşi yağmalara kurban giden, batılı tüketicilerin doyumsuz açgözlülüğü için sömürülen bizi. Onların desteklediği diktatörlere ve acımasız ekonomik entrikalara karşı koyan bizi. Ülkelerimizin giderek daha çok askerileştirilmesine ve batı ülkelerinin giderek büyüyen sınırlarına rağmen onlarla cesurca yüzleşen ve evlerimizde yaratılan ve bizi içine hapsetmeye çalıştıkları dehşetten kaçabilen bizi. Ve hakikat, adalet ve insanlık onuruna ve edebine yolumuzu şaşırmadan hâlâ tutunduğumuz inancı savunabilen bizi.
Onların müstahkem sınırlarını aşabildiğimizi görüp, vardığımız gibi parmak izlerimizi alıp bizi insanlık çöpüne dönüştürüldüğümüz kamplara gönderiyorlar, bunu herhalde başkalarının peşimizden Almanya’ya gelmeyi akıllarından bile geçirmemeleri için gözlerini korkutmak art niyetiyle yapıyorlar. Kamplarda birkaç yetişkin insan tek bir odaya konserve kutusundaki balıklar gibi tıkılıyor – daha çok kötü muamele ve aşağılamaya maruz kalsınlar diye. İşte bu Almanya! Elveda mahremiyet ve insanlık onuru umutları.
Sırada yaşamaya zorlandığımız hayat tarzı var. Bazı durumlarda, köpeklerine yedirmeyecekleri yemekler bizim için en iyisi oluyor. Kullanma tarihi geçmiş “yemek” paketlerinden söz bile etmiyoruz. Kendi yemeğimizi pişirmemiz imkansız hale getiriliyor. Bir çok durumda beslenme sistemi kampta yoklama yapmak ve kontrol etmek için kullanılıyor; “iyi” ve “uslu” mültecileri “kötü” ve “söz dinlemeyen” mültecilerden ayırabilmek için, bu sonuncuların önce sömürge hakimiyetinin devam ettirilmesinin kurallarını öğrenip kabul etmeleri gereklidir. Biz öfkemiz yüzünden bu toplumda yaşamayı beceremezmişiz gibi davranıyorlar ama “iyi“ ve “uysal“ olarak gördükleri kişilere de bir işe yaramadıkları için burada kalma haklarının olmadıkları söyleniyor.
Denizin dibinde olmasa bile ormanın ortasında tecrit edilmiş ve boş duran askeri barakalarda çürümemizi istiyorlar, normal insanlardan ve her türlü altyapıdan uzakta. Böylelikle bizi daha kolay kontrol edebilir ve kamunun ve medyanın meraklı bakışlarından uzakta yavaşça mahvedebilirler.
Kamp ve kontrol zihniyeti
Alman sığınma sisteminin dayalı olduğu bu kamp ve kontrol zihniyetinin uzun, ikiyüzlü ve zalim bir tarihi ve geniş çaplı sonuçları vardır. Strateji genelden özele tecrit etmek, etiketlemek ve kovuşturmaktır. Nasyonel sosyalistler altındaki meşhur kamplardan, misafir işçiler için kurulan kamplara kadar bu kamp ve kontrol zihniyeti, doğrudan faydalı olmayanlardan veya açıkça istenmeyenlerden kaçınmak için Alman sisteminin sürekli ve bir hasta özelliği haline gelmiştir. Eski doğu Almanya’nın da birçok sözleşmeli işçiyi kamplara kapattığı ve aralarındaki çiftlerin aile kuramamalarını garantilemek için ayırıldığı hatırlatılır. Misafir işçiler arasında bazı kadınlar hamile oldukları ve kürtaj yaptırmayı reddettikleri için eve gönderildiklerini bildirmişlerdir. Sadece ve sadece sipariş edilmek veya devletin talep ettiği şekilde çalışmak için orda bulunmak kuraldı, yoksa insanlar örneğin aile meselelerinin bu taleplerin yoluna çıkmaması icin geri gönderiliyordu. Ekonomiye faydaları yoksa dışarıdaydılar. Tüm bu aşamalar boyunca bu kamp ve kontrol zihniyeti muhafaza edilmiştir. Ve yabancıların çocuk sahibi olabilmek için izin almalarını şart koşan Nazi yönetmelikleri de aynı kontrol zihniyetini göstermez mi? Kontrol zihniyetinin Almanya’da ne kadar derin kök salmış olduğunu ve son yıllarda bu tutumun ne kadar az değiştiğini saptamak rahatsızlık vericidir.
Ama bunun sebebi nedir?
Bu iyi bir soru. Eğer çoğumuz günümüzde bu rahatsız edici gerçeği ve bu zihniyetin ve bu zihniyetten kaynaklanan sistemin doğurduğu acı sonuçları kendimiz yaşamak zorunda olmasak bu soruyu bilimsel olarak daha yakından incelemeye gerek kalmazdı. 1945 yılında bu ülke tarihinin en karanlık ve kanlı bölümü atlatıldığında İttifak Devletleri burada mağlup ettikleri sistemden farklı bir sistem kurma kararını alırlar. Ne var ki yeni sistem Nürnberg Uluslararası Askeri Ceza Mahkemesi karmaşasında mağlup olan rejimin temel kişiliklerinin çoğunluğunu kusursuz bir şekilde yeniden topluma kazandırıp rehabilite etmiştir. Bu kişilerin itibarının iade edilmesi ve eski itibarlı nazilerin hâlâ her alanda etkin olmaları, eski Almanya’da alışılagelinmiş bazı hareket tarzlarının tekrardan başlatılmasının yolunu açmıştır. Yeni sistemde tutunabilen eski katillerin sayısı arttıkça eski zihniyetlerine geri dönmeleri kolaylaşıyordu. Kamp ve kontrol zihniyetinden bahsettiğimizi unutmamalıyız. Ve bu zihniyet batı dünyasında en göze çarpıcı şekliyle Almanya’da gözlemlenmektedir.
1938 yılında Yahudiler’in ve diğer yabancıların maruz kaldığı hareket kısıtlaması ve bu kurala uymayanların çarptırıldığı cezalar tarih tarafından belgelenmiştir. Savaştan sonra bu ve bundan çok daha korkunç ve iğrenç suçlar bütün dünyada dehşet uyandırır ve kınanırken 1982 yılında böylesi iğrenç bir kısıtlama, bu ülkedeki tüm sığınmacıların maruz kaldığı “oturum zorunluluğu” yasası şeklinde tekrar uygulanmaya başlanmıştır. Bu yasaya göre bir mülteci bağlı bulunduğu ilçeyi terk etmek icin yabancılar dairesinden izin almak zorunda, yoksa polis kontrolünden geçtikten sonra para veya hapis cezasına çarptırılabilir – yasanın 1938 kısıtlamalarını hatırlatması oldukça endişe verici bir durum. Peki mültecilerin normal insanlar gibi ülke sınırları içerisinde serbestçe hareket etmeleri Almanya için ekonomik ve kültürel açıdan neye mal olur? HİÇBİR ŞEYE, kesinlikle HİÇBİR ŞEYE!!! Ama burada hortlayan Alman kamp ve kontrol zihniyetidir. Bunu başka bir örnek ile kanıtlayalım. Birbirinden bağımsız çeşitli uzmanların araştırmaları, mültecilerin özel evlerde barındırılmalarının çok daha ucuza geleceğini göstermiştir. Bazı resmi kaynaklar da bu ifadeyi doğrulamıştır. Ama makamlar giderleri azaltacak böyle bir uygulamaya mani olup kibirli bir şekilde aşağılayıcı kamp sistemine tutunmayı tercih ediyorlar. Bu insanlık haysiyetiyle bağdaşmaz ve mültecilerin özel bir hayata sahip olmalarını engellemek anlamına gelir. Aynı şey yemeklik malzeme için dağıtılan kuponlar için de geçerlidir. Hükümet için bu kuponları bastırmak, kuponların değerindeki nakit parayı ödemesinden daha masraflıdır. Ve bu kuponlar ile bağlantılı olan, insanlar arasında istemeyerek dikkat çekme, aşağılanma ve başka problemler gözönüne alındığında hükümetin, herkes için daha ucuz ve kolay olacak nakit para yerine neden bu kupon sisteminde kalmakta ısrar ettiği merak konusudur. Ama sözkonusu olan kamp ve kontrol zihniyetidir – kafalara kazınmış eski alışkanlıklar. Bu alışkanlıkların zor öldüğü söylenir.
Tahammül – sığınmacılar sürekli belirsizlik içinde yaşıyor
Almanya’da sığınma hakkı talep eden insanların %1’inden daha azının başvurusunun kabul edildiğini biliyor muydunuz? Bu bizim için ne anlama geliyor?
Tahammül sürekli bir belirsizlik içinde yaşamaktır. İş yok. Okul yok. İlçeden dışarı seyahat etme hakkı yok. Hayatta bir amaç yok, sadece durgunluk ve hayatın yavaş ama devamlı olarak boş yere harcanması var. Hasta zalimlikleri seni mahvedene kadar sadece yemek ve uyumak, yemek ve uyumak. Bir tümör gibi beyinlere yerleşip yaşama ve kendini savunma isteğini yok ediyorlar. Sinir hastalıkları hastanesinde uyuşturucularla doldurulan insanlar gibi bizi, sınır dışı edilene kadar veya yaşama isteğimiz kırılıp “gönüllü” olarak ülkelerimize dönene kadar bitkisel hayata sokmaya çalışıyorlar.
Aradaki sürede bize kupon ve “oturum zorunluluk”larını, ırkçı polis kontrollerini ve zoraki yalnızlığı veriyorlar. Bizi, aralarından en aptal ve kötü niyetli olanlara, zayıflığımız ve muhtaçlığımız sayesinde kendilerini güçlü hisseden insanlara bağımlı kılıyorlar. Evet bu sayede kendilerini iyi hissediyorlar. Herhalde tıpkı aranızdan bazılarının, ailelerinize para gönderebilecek durumda olduğunda veya bir arkadaşa yardım edebildiğinde kendini iyi hissetmesi gibi, bu insanlar, başkaları gördükleri muamele yüzünden üzüldüğünde kendilerini iyi hissediyorlar. Ama farkında olsalar da olmasalar da bu onların da ruhlarını tüketiyor, onları yaşayan, nefes alan, her türlü insani anlayıştan mahsun kalpsiz robotlara dönüştürüyor. Yıllar önce Frantz Fanon aynı saptamayı Fransa’nın Cezayir üstündeki kanlı hakimiyeti için yapmıştı, şimdi bu durum biz Almanya’daki mülteciler için de geçerli.
Bizim sözlerimiz, bizim sesimiz – Hakikat ve Adalet için bir ses
Söz güç demektir ve onlar bizi süreli olarak boyundurukları altında tutmak istedikleri için kelimelerin gücünü, geçmişimizi ve şimdiki zamanı kendi bakış açımızdan anlatma ve tartışma gücünü asla ele geçirmememizi istiyorlar. Sadece bizim tarihimizi “oluşturmak” ile kalmıyorlar, aynı zamanda onu kendi zevklerine göre ve kendi kelimeleri ile yazmak ve revizyondan geçirmek istiyorlar. Bütün sorun burada yatıyor. Aramızda onların korkunç yöntemlerine rağmen sağduyularını koruyabilmiş olanlar, aramızda cesaretlerini yitirmeyip yıldırma yöntemlerine rağmen, tüm kovuşturma ve tüm haksız iktidar araçlarına rağmen toplum ile yüzleşenler “suçlu” oluyorlar. Attığımız her adımda bizi susturmak umuduyla bizi suçlu konumuna getirmeye çalışıyorlar. Ve gerçeklerle yüzleştirildiklerinde kendi savları ve hakikat ile adaletin bağdaşmadıgını bildikleri için, bize, özellikle aktivistlere karşı bizi temel inançlarımızdan vazgeçirmek için gözümüzü korkutmaya, şiddete ve gaddar yöntemlere başvuruyorlar. Bize neden burda olduğumuzu soruyorlar ve eğer burada gördüğümüz muamele hoşumuza gitmiyorsa gitmemizi söylüyorlar. Ama bir Afrika atasözünün de belirttiği gibi “Bir çocuğun önce kafasına vurup sonra niçin ağladığını sormamalısın”. Hâlâ anlamıyorlarsa da “Biz buradayız çünkü siz ülkelerimizi yokediyorsunuz.” Burada bu yokediş ve devredilemez haklarımızın ihlaline devam edilmesi hakkında konuşuyor olmamız üzerine tartışılamaz. Hissettiklerimizi hep söyleyeceğiz. Bu tartışılamaz.
İşte tüm bunlar Oury Jalloh davasında su yüzüne çıkmıştır. Ellerinde hiçbir delil bulunmadan ve her şey tam tersine işaret etmesine rağmen intihar sözkonusu edilmiştir, Oury Jalloh kendisini öldürmüşmüş. Bu kadar. Sonra, biz HAYIR dediğimizde kendilerini destekçimiz olarak nitelendiren bazı insanlar tarafından kınandık. HAYIR! OURY JALLOH CİNAYETE KURBAN GİTMİŞTİR! Söylediklerine göre elleri ve ayaklarından ateşe dayanıklı bir şilteye bağlanan Oury Jalloh lehine hiçbir kanıtımız yokmuş ve Jalloh kendi kendini ateşe vermiştir. Bize ne söyleyeceğimizi söylemelerini kabul etmedik ve kendi sözlerimizle konuşmakta ısrar ettik. Kendi kelimelerimizi sunduk, gerçeği, kendi gerçeğimizi. Böylece azar azar taviz vermeye başladılar ve onaylamasalar bile, Oury Jalloh cinayeti konusunda nasıl konuşacağımızı bize emretme konusunda kaybettiler. Ve tıpkı “Avrupa Kalesi”ne gelmeye çalışırken hayatları çalınan binlerce kardeşimiz gibi Jalloh da ırkçılık ve polis şiddeti yüzünden hayatının baharında yaşama veda etmek zorunda kalmıştır.
Birkaç insanı belirli bir süre için enayi yerine koyabilirsiniz ama tüm insanları her zaman enayi yerine koyamazsınız. Bu yüzden direniyoruz. Kontrollere HAYIR diyoruz, oturum zorunluluğuna HAYIR, kuponlara HAYIR, tecrit yurtlarına HAYIR, sınır dışı etmeye HAYIR, kötü muamelelere HAYIR ve ırkçı polis kontrollerine, vahşete ve CİNAYETE HAYIR!!!
Peki ya nasıl tepki veriyorlar? Almanya’nın iyi, medeni, aydın insanları, anayasalarının özüne ve uluslararası yasalara ters düşen (yasaların özüne ters düşseler bile şekline ters düşmüyorlar çünkü bu şekli sömürgeci yapıları devam ettirebilmek için uygun şekilde değiştirmişlerdir) kötü muameleleri protesto etmemiz konusunda ne yapıyorlar?
Bizi suçlu yerine koyuyorlar çünkü hakikat ve adalet için dik durmaya cesaret ediyoruz. Hakkımızdan gelmek için bize baskı yapıyorlar ve aramızdaki dayanışmayı yoketmek için gözümüzü korkutmaya çalışıyorlar. Ama bunu şimdiye kadar başaramadılar ve bundan sonra da başaramayacaklar. Hiçbirimiz Mouctar Bah’nın, arkadaşı Oury Jalloh’nun cinayetinde gerçeği ortaya çıkarmak ve adaletin yerini bulmasını sağlamak adına verdiği etkileyici mücadele uğruna yaptığı fedakarlıkları asla unutmayacağız. Bu yüzden ona yapılan ırkçı baskıyı da gördük. Onu nasıl kovuşturduklarını ve yalan ithamlarla suçladıklarını görüyoruz. İstediklerini denesinler, gerçek bizim tarafımızda; gerçekler bunu doğruluyor ve tarih onu haklı çıkaracak. Bundan eminiz!!!
Peki ya Katzhütte ne olacak, bugün nerdeyiz?
Burada sadece tecrit ve küf tutmuş duvarlar, psikolojik baskı ve Almanya’ya hoş gelmiş olmama “suç”u yüzünden günümüzde hâlâ verilen ceza yüzünden bulunmuyoruz, aynı zamanda bu durumu halka karşı haklı çıkarmak için yapılan insanlık dışı hareketlere ve aramızdan seslerini yükseltenleri yasaya aykırı olarak bastırmalarını protesto etmek için bulunuyoruz. Ve hâlâ güçlü ve gururlu bir şekilde herkesin haysiyeti için verdiğimiz toplu mücadele için ayakta duruyoruz. Gerçekler bize, dolambaçlı dilleriyle yarattıkları yalan perdelerinin ardında yatan planlarını görme olanağını vermiştir. Onların sınırlarını aştığımız gibi direnişimizi kırma teşebbüslerini de aşacağız. Çok şey gördük ve çok şey öğrendik.
Mesela hepimiz ülkelerimizdeki diktatörleri gerekli araçlarla donatanların, bizi ülkelerimizde bastıranları silahlandırıp eğitenlerin ve bizim ülkelerimizde bize karşı sürdürülen savaşları finanse edenlerin Avrupa ve ABD olduğunu biliyoruz. Merhametsizce ve durdurulamaz şekilde bizim ekonomilerimizi mahvedenlerin ve kaynaklarımızı çalanların, artık onların da yakasını bırakmayan ekonomik politikaları olduğunu da biliyoruz. Böylece Uluslararası Para Fonu ve Dünya Bankası hükümetlerimizin, bize hizmet etmesini (mesela eğitim durumunda olduğu gibi) yasaklıyorlar. Bu doğru, bizim cahil kalmamızı tercih ediyorlar, böylece kaynaklarımızı ve insanlarımızı daha sıkı kontrol altına alabileceklerini sanıyorlar.
Her birimizin ülkesinde her gün gerçekleşen bu değil mi? Kaçtığımız şey tam da bu değil mi? Sürekli olarak ülkelerinin varlığın ve insani ilerleyişin ülkeleri olduğunu, saygı, medeniyet ve ilerleme üzerine kurulu insan hakları ülkeleri olduğunu vaat etmemişler miydi? Burada bununla mı karşılaştık? Demokrasi bu mudur? Burada gördüğümüz demokrasi Kamerun veya Mısır’da karşılaştığımız “demokrasi”lerden farklı mıdır?
Her şeye rağmen, 500 yıldan fazla bizi boyunduruk altına alma ve bize kendi isteklerini, kendi mantıklarını ve dillerini zorla kabul ettirme teşebbüslerinden sonra, hâlâ başarılı olamamışlardır. Aslında iki kere kaybedeceklerdir, ilk olarak sömürge projeleri başından beri kaybetmeye mahkum olduğu için ve ikinci olarak da ırkçı kibirleri onlara şimdi insanlığın yüzyüze kaldığı (ve batı yöntemleri yüzünden meydana gelen) ağır krizi bitirecek çözümler geliştirme olanağını vermediği için.
Avrupa ve ABD onca yıl boyunca sözümona üçüncü dünya ülkelerine yaptıkları gibi kendi ekonomik sistemlerini sınırsız açgözlülükleri ile işe yaramaz hale getirdiler. Zenginler zenginleştiği ve her şey kredilerle satın alınabileceği sürece, sistem sınırsız olanaklar sunuyordu. Ama tıpkı uydurdukları üstünlükleri gibi kapitalizm macerasının kokuşmuş kurumları da ekonominin işleyişini bozmaya başlamıştır. Geriye yozlaşan bir dünya düzeni kalmaktadır ve Avrupa ve ABD beraberce “hayallerin cenneti”ne hoş gelmeyen halklara ait büyük miktarda kan ve gözyaşı üzerine kurulu koloniyal ayrıcalıkları elde tutmak için mücadele etmektedirler.
Sömürülerinin ve hakimiyetlerinin araçları vahşileştikçe kapitalizmin acısı daha sert vurmaktadır. Artık yeni bir dünya oluşmakta, şekli ve geleceği daha belirlenmesi gereken bir dünya. Ama bu sistemin bize vade tanımasını beklememek lazım. Biz kendi kaderimizin tarihî aktörleri olduğumuz için, gelecek ne olursa olsun dünya bizim tarafımızdan şekillendirilecektir. Barbarlığı sürdürmelerine ve insan özünden habersiz olmalarına karşın kendi kaderimiz kendi ellerimizde. Geleceğimizi belirleyenler onların alçaltıcı politikası ve sınır rejimleri değil, biz olacağız.
Aramızda mülteci ve göçmen olanların, dünya nüfusunun çoğunluğunu oluşturan ülkelerden geldiğini asla unutmamalıyız. Bizi azınlık olarak nitelendirmelerine rağmen aslında biz çoğunluğuz. Ve son beşyüz yıl boyunca beyinlerimize aşılanan pislik ve zehirin aksine hiçbir şekilde onlardan aşağı değiliz. Aksine, insanlık tarihi “batı medeniyeti”ni, varolmuş en zalim, en yıkıcı ve dışlayıcı emperyal güç olarak anacaktır. Bu yüzden kaç milyar insanın doğrudan veya dolaylı olarak öldüğünü hiç öğrenebilecek miyiz?
Burada, Almanya’da bu yönde adımlar attık. Sınır dışılarına karşı, Oury Jalloh davasında gerçeğin ortaya çıkması ve adaletin yerini bulması için, tüm toplama kamplarının kapatılması için, hareket serbestliği ve yaşama haklarının tanınması için verilen mücadele, bu barbarlığın sona erdirilmesi ve bize ve çocuklarımıza daha iyi bir gelecek sağlamak için oluşturduğumuz organizasyonumuzun temel direği haline gelmiştir.
Ve devam edeceğiz. Normal insanlar olduğumuzu kabul ettirene kadar berbaberce mücadele etmeye devam edeceğiz. Dünyadaki birçok insanın zalimliğinin ve açgözlülüğünün bizi yıldırmasına izin vermeyeceğiz. Ve susmayacağız, hiçbir şey için olmasa bile onların istediklerinin gerçekleşmemesi için susmayacağız. İnsanlık onuru için savaşanlar olarak kalacağız ve sömürgecilik haksızlığının bitmesi için savaşacağız. İnsanlığın büyük bir çoğunluğuna çektirdikleri acılar ve dertler sorgulanmadan paçayı kurtaramayacaklar ve bunların hesabını er ya da geç vermek zorunda kalacaklar.
Beraberce sessizliği ve bizi bu koloniyal münasebetler içinde köleleştiren zincirleri kırabiliriz! Beraberce ırkçı cehaletlerini ve zalimliklerini yeneceğiz!
Yaşasın mücadelemiz!
Yaşasın baskıcı sisteme karşı savaşanlar!
The Voice Refugee Forum
Translations on "Colonial Injustice" in Germany: English + Französisch + Deutsch + Türkce + Farsi + Espagnol
French:
Sur l’injustice coloniale et la continuation de la barbarie en Allemagne - The VOICE Refugee Forum Network
English:
The VOICE Refugee Forum Network : On Colonial Injustice and the Continuity of Barbarity: The Situation of Human Beings as Refugees and Migrants in Germany
Deutsch:
The VOICE Netzwerk zum Thema Koloniales Unrecht in Deutschland
Über koloniale Ungerechtigkeit und die Fortsetzung von Barbarei:
Die Situation von Menschen, die als Flüchtlinge und Migranten in Deutschland leben
Spanisch: Juntos contra la ley colonial - De la injusticia colonial y la continuación de la barbarie:
Kervan Festivali: 4 Kasım’da Jena’da yapılacak birinci bölgesel toplantıya çağrı